Tarihsel olarak, bilim okuryazarlığı çabaları, insanların bilim hakkında daha fazla bilgiye sahip olmaları halinde bilimsel konsensüsü destekleyecekleri ve buna uygun hareket edecekleri düşüncesi üzerine kurulmuştur. Bu bakış açısı, insan davranışının önemli bir parçası olan ancak aynı zamanda mezenformasyon ve komplo teorilerinin yayılmasını kolaylaştıran kültürel bağları ve bilişsel kısayolları göz ardı etmektedir. Eski okuryazarlık görüşü, bilimin açık uçlu ve kendi kendini düzelten bir sorgulama sürecinden ziyade sabit bir kurallar ve olgular dizisi olarak yanlış bir şekilde algılanmasını da teşvik etmektedir.
Bizce bi̇li̇m okuryazarı olmak demek, bağımsız ve eleştirel düşünmek i̇çin gerekli̇ bilişsel beceri̇lere ve yeni̇ bi̇lgi̇ler aramak için gerekli̇ meraka sahip olmak; bi̇li̇mi̇, herkesi̇n kendi̇ hayatını ya da toplumu i̇yi̇leşti̇rmek i̇çi̇n kullanabi̇leceği̇ di̇nami̇k, pragmati̇k bi̇r süreç olarak anlamak demektir. Bu görüşe göre, bilim okuryazarlığı sadece bireylerin uygulayabileceği bir şey değildir. Gruplar, soruları yanıtlamak ve sorunları çözmek için bilim okuryazarlığını kolektif olarak uygulayabilir. Bilim, özellikle, geleneksel olarak bilimsel çalışmalardan ve kurumlardan dışlanmış ve hatta zarar görmüş kişiler tarafından olumlu değişim için bir güç olarak kullanılabilir. Bu anlamda bilim, geçmişi anlamak için kritik bir mercek ve geleceğe yönelik iyimser bir kanal sunar. Bilim asla körü körüne güvenle karakterize olmuş bir din haline gelmemeli, aksine saygımızı hak etmelidir. Daha fazla insanın bilimi sosyal ve toplumsal alet çantalarında önemli bir araç ve dünya görüşlerinin güçlendirici bir parçası olarak görmelerine yardımcı olursak, işimizi yapmış olacağız.
Yeni Bilim Okuryazarlığının İnşası
Covid-19 pandemisi, bilim inkârcılığının ve bilime güvensizliğin ölümcül sonuçlarını gözler önüne serdi. Kışkırtıcı gruplar (hükümet yetkilileri de dahil) virüs hakkında mezenformasyon ve komplo teorileri yaydı, maske takılmasıyla alay etti ve pandemiyi kontrol altına almak için çalışan doktorları ve araştırmacıları küçük düşürdü.
Bilgiye eşi benzeri görülmemiş bir erişim olmasına rağmen, pek çok insan bilimin nasıl yapıldığını yanlış anlıyor ve bu da onları yanlışların cazibesine kapılmaya açık hale getiriyor.
Birçok eğitimci ve politikacı tarafından uzun süredir benimsenen eski “bilgi eksikliği modeli”ne göre, zayıf bilim okuryazarlığı öncelikle bilimsel bilgiye çok az maruz kalmanın sonucudur. İnternet çağında asıl sorunun bilgi eksikliği değil, çoğu internet üzerinden yayılan kafa karışıklığı, mezenformasyon ve dezenformasyon fazlalığı olduğu aşikârdır. Modern medya ekosistemi insanları öylesine acayip bir şekilde düşük kaliteli bilgi ve düpedüz aldatmaca bombardımanına tutuyor ki gerçeği zırvadan ayırt etmek zorlaşabiliyor. Şüpheler ortaya çıkmaya başlıyor: İklim değişikliği abartılıyor mu? 5G altyapısı tehlikeli mi? Maskeler pandemiyi yavaşlatmada gerçekten etkili mi? Covid’in kendisi bir aldatmaca mı?
Gerçekten etkili bir bilim okuryazarlığı, geçmişte bilim tarafından görmezden gelinmiş veya zarar görmüş olanlar da dahil olmak üzere toplumun tüm kesimlerini kapsamalıdır. Bilim okuryazarlığı herkes özellikle de beyaz olmayanlar ve yoksullar için erişilebilir olmalı, akademik bilimsel eğitimi olmayan insanlar bakımından anlaşılabilir faydalar sunmalıdır. Kesinliğin sınırlarını kabul ederken bilimsel araştırmanın gerçekte nasıl yapıldığını halka göstermeli; hepimizde doğuştan var olan merakı teşvik etmeli; toplumlarımızda ve dünyada sorunları analiz etmek ve uygulanabilir çözümler geliştirmek için erişilebilir, temel bir dizi ilke sağlamalıdır. Toplumun içinde başlayan bilim, sahada güvenilir haberciler gerektirir.
Bilimi İnsanların Bildiği Dünyaya İndirmek
Bilim eğitimi genellikle bilimin, bilim insanı olmayanlar için bile günlük yaşamda “faydalı” olduğu gerekçesiyle meşrulaştırılır. Ne var ki Wisconsin Üniversitesi’nde çevre ve toplum sosyoloğu olan Noah Feinstein’ın yazdığı gibi, bu fikri destekleyen çok az kanıt vardır. Gerçekte insanlar din, siyaset, sosyal baskılar ve kültürel beklentiler de dahil olmak üzere pek çok faktöre dayanarak kararlar alır, eylemlerde bulunur ve dünya görüşleri oluştururlar. Bilimsel düşünce ve bilgi bu günlük kararları etkileyebilir de etkilemeyebilir de.
Başka bir deyişle, gerçek hayat karmaşıktır. Feinstein’a göre, sosyal bilimcilerin bu karmaşıklığı görmezden gelmek yerine onu incelemeleri, bilimin gerçek hayatta nasıl faydalı olabileceğini anlamaları ve bu bilgiyi bilim eğitimini ve bilim iletişimini şekillendirmek için kullanmaları gerekiyor. Feinstein, bilimi günlük yaşamla “ilişkilendirme” eyleminin, insanların yapmayı öğrenebileceği ve pratik yaparak daha iyi hale gelebileceği bir şey olduğunu belirtiyor.
Bilim okuryazarlığını kişisel ve faydalı bir şekilde aktarmak, insanlarla sadece müzelerde ve okullarda değil, kendi konfor alanlarında da (ibadet yerlerinde, Facebook gruplarında, toplumsal örgütlenmelerde, berberlerde ve süpermarketlerde vb.) buluşmayı gerektirir. İnsanların temel değerlerine veya dini inançlarına meydan okumadan, onları ilgilendiren bilimsel konularla ilgilenmeleri teşvik edilmelidir.
Bilim insanları, eğitimciler, hükümet yetkilileri ve gazeteciler, bilimle ilgili bir dizi konuya yönelik tereddüt ve kaygıların bir toplumsal gruptan diğerine önemli ölçüde farklılık gösterdiğini kabul etmelidir. Dolayısıyla bu gruplara ulaşma çabaları da aynı şekilde çeşitlilik göstermeli ve ilgili kültürlere karşı saygılı ve kapsayıcı olmalıdır. Merak ve kişisel faydaya dayalı ortak bir bilim kültürü bu farklı grupları birbirine bağlayabilir.
Bilim eğitimcileri için amaç, öğrencileri bilim haberlerini nasıl inceleyecekleri ve sorgulayacakları konusunda eğitirken, kapsamı sınırlı olgular yığışımı karşısında büyük fikirlere, problem çözmeye ve araştırma tekniklerine dikkat çekmek olmalıdır. Bu becerileri öğretmek, yaygın olan olgu ve formül ezberlemeden, standartlaştırılmış test modelinden daha karmaşıktır. Fakat eğitimciler bu tür bir öğrenmenin daha anlamlı olduğunu, mantıksal ve açık fikirli düşünme konusunda daha uzun süreli becerilere yol açtığını, her ikisinin de yanlış bilgileri ve sahte, duygusal argümanları görmek için çok önemli olduğunu bildirmektedir.
Bilim insanları bakımından ise, araştırma camiasının daha fazla üyesinin halkla açık, kültürel açıdan uygun bir ses tonuyla konuşmasına yönelik acil bir ihtiyaç vardır. Üniversiteler ve kurumlar, bilim insanlarının medyada yer almaları veya sosyal medyada halkla etkileşime geçmeleri için nadiren teşvik sunmakta ve bu çabayı takdir etmektedir. Hatta bazıları bundan caydırmaktadır. İletişim konusunda yetenekli olan bilim insanları bu konuda teşvik edilmelidir; bu alanda gösterilecek mütevazı bir çaba bile önemli bir etki yaratabilir.
Bilim okuryazarlığının teşvik edilmesine katılan tüm gruplar içinde ve genelinde çeşitlilik mutlak bir zorunluluktur. Ulusumuzun çeşitli toplulukların ihtiyaçlarına cevap verebilmesi ve onlara ikna edici, güvenilir bir sesle ulaşabilmesi için farklı geçmişlerden gelen bir sürü bireyin öncülük etmesine ihtiyacımız var. İnsanların silolara, mezhepçiliğe ve grup içi bağlılıklara olan eğiliminin, kişisel çıkarlara veya sağduyuya ters düşse bile gelenekleri ve inançları takip etme eğiliminin üstesinden ancak topluluklara yeni yollarla yaklaşarak, hatta ortak çıkarlarda birleşen yeni topluluklar yaratarak gelebiliriz.
Bu ortak çıkar bilinci çok önemlidir. Bilim tarafından beslenen eleştirel bir analiz sistemi olmadan, kendimizi gelecekteki salgın hastalık dalgalarına, batan şehirler ve yükselen denizlerle değişen bir gezegene, sel, kuraklık ve süper fırtınaların saldırısına, hasta eden hava kirliliğine, artan gıda güvensizliğine, yasalarımıza ve teknolojilerimize işlemiş ırkçılığa karşı savunmasız bırakıyoruz. Aşılara ve 5G radyasyonuna ilişkin aşırı kaygılar siyasi radikalleşmeye yol açıyor. Buna karşılık, iklim değişikliği ve çevresel toksinlerin riskleri konusundaki siyasi kutuplaşma, bu politikalardan doğrudan fayda sağlayacak gruplar arasında bile halkın güvenliğini artıracak politikalara karşı kayıtsızlığı veya direnci teşvik etmiştir. Bu insanlar söz konusu felaketlerin her birine karşı zaten orantısız bir şekilde savunmasızdır; riskler onlar için uzun zamandır yüksektir ve bilim bu kesimlere hizmet etmemiştir. Bunu şimdi değiştirmeliyiz.
Bilimin eleştirel analizini içeren bir zihniyet geliştirmek hayatta kalmamız için çok önemlidir ve bu başarılabilir ama geçmişte güvendiğimiz yollarla değil. Örneğin, araştırmalar doğruluk kontrolünün insanların fikirlerini değiştirmediğini göstermiştir.
Geçmişin Hatalarından Ders Çıkarmak
Yeni bir bilim okuryazarlığının teşvik edilmesi, bilim karşıtı tutumların derin tarihsel köklerinin dürüst bir şekilde değerlendirilmesini gerektirmektedir. Batı ülkelerinde bilimsel kurumların yükselişi Sanayi Devrimi ile el ele gitmiştir. Batı bilimi, dikkate değer entelektüel ilerlemelere ve yaşam standartlarında muazzam gelişmelere yol açtı ancak aynı zamanda sömürgeciliği ve Batılı olmayan toplumların toptan yok edilmesini de mümkün kıldı. Bu karmaşık tarihle doğrudan yüzleşmeliyiz. Bilimin insanların yaşamlarını iyileştirme yollarını en üst düzeye çıkarırken, geçmişte suiistimal edildiği -bilim karşıtı kışkırtıcılar tarafından hala düzenli olarak dile getirilen suiistimaller- yolları nasıl ele alacağımızı öğrenmemiz gerekiyor.
Yirminci yüzyılın ilk yarısında, etkili bir filozof ve bilim savunucusu olan John Dewey, bilim insanlarının mesafeli ve elitist olduklarını ve halkın tamamıyla ilişkilendirilemeyen bir dil kullandıklarını iddia etmiştir. Dewey, bilimin merkezi değerine oldukça önem veriyordu ancak bilimin eleştirel düşünceye odaklanan daha geniş bir girişimin parçası olarak öğretilmesi gerektiğini düşünüyordu. Gençlerin bilimi bir zihniyet olarak gerçekten kavramasını istiyor ve bilimsel bilginin okullarda çocukların kafasına toptan (akılsızca) tıkıştırılmasına karşı çıkıyordu.
Dewey’in bilimi insanileştirme dürtüsü, radar ve atom silahlarındaki hızlı teknolojik ilerlemelerin Müttefikler’i zafere taşıdığı İkinci Dünya Savaşı’nın acil ihtiyaçları tarafından gölgede bırakıldı. Teknik hüner bu kadar önemliyken, fen eğitimine genellikle, teknik olarak eğitilmiş ve başkasının yerine bayrağı taşımaya hazır insanlardan oluşan, bilimsel olarak becerikli bir işgücü yaratma pratik hedefine ulaşmak için bir araç olarak yaklaşıldı. Daha savaş sona ermeden, ABD’nin askeri Ar-Ge çalışmalarının çoğunu yönetmiş olan Vannevar Bush, savaş zamanı yaklaşımının barış zamanı versiyonunu düşünmeye başlamıştı. Bush, Temmuz 1945’te ABD Başkanı Harry S. Truman’a sunduğu ünlü “Science, the Endless Frontier” raporunda bilimin ABD’nin gelecekteki ekonomik refahı, ulusal güvenliği ve küresel liderliği için kilit önemde olduğunu savunuyordu.
Bush’un pragmatik düşünce yapısı, 1950 yılında Ulusal Bilim Vakfı’nın (National Science Foundation-NSF) kurulmasına ve bunu takiben bilime yönelik federal fonların hızla artmasına yardımcı oldu. Bu eğilim 1958’de SSCB’nin Sputnik ile elde ettiği başarının ardından, Stanford Üniversitesi profesörü Paul Hurd gibi uzmanların ABD’nin Soğuk Savaş’ta zafer kazanmak için bilim alanındaki çabalarını yoğunlaştırması gerektiğini savunmasıyla hız kazandı. Ancak uzay yarışının büyük bölümünde bile Amerikalıların çoğunluğu Ay’a gitmeyi desteklemiyordu; daha çok ekonomik kaygılar, çevre kirliliği ve sosyal huzursuzluklarla ilgileniyorlardı.
Sonraki birkaç on yıl içinde bilim okuryazarlığı terimi yaygınlaştı ve araştırmacılar bunu ölçmek için araçlar geliştirdi. NSF için 1979 yılında yapılan bir ankette, Michigan Üniversitesi’nden bilim insanı Jon D. Miller katılımcılara temel bilim gerçeklerini (Dünya’nın Güneş etrafında dönüp dönmediği gibi) sordu. Miller, Amerikalıların bilim hakkında çok az şey bildiği sonucuna vardı. Algısal yetersizlik sonucunu, eğitimciler bilim eğitimini standartlaştırarak düzeltmeye çalıştı. Artık farkına vardığımız üzere bu yaklaşım, kavrayıştan ziyade daha fazla test ve ezbere yol açmış, öğretilen görünüşte nesnel bilgilerde (ve bu bilgilerin öğretilme ve test edilme biçiminde) örtük olarak bulunan birçok kültürel, ırksal ve toplumsal cinsiyet varsayımının dikkate alınmamasına neden olmuştur.
Gazeteciler ve medya kuruluşları, genellikle, bilginin kavrayışa eşit olduğu yönündeki hatalı düşünceden yola çıkarak, temel bilim konularının kamuoyu tarafından daha iyi anlaşılması için yoğun çaba sarf ettiler. Ancak ne kadar bilgi aktarmaya çalışırlarsa çalışsınlar ya da bunu ne kadar hikâye anlatıcılığı veya gösterişli sanatla süslemiş olurlarsa olsunlar, halkın gerçek bilimsel bilgiyi kavraması (en azından resmi olarak ölçüldüğü şekliyle) üniversite mezunlarına, teknik geçmişi olanlara ve bilimsel konularla halihazırda ilgilenen diğerlerine doğru çarpık bir biçimde durmaya devam etti.
Bilim okuryazarlığında bilgi eksikliği modelini ilk kez 1980’lerde tanımlayan İngiliz araştırmacı Brian Wynne, o zamandan beri bu modeli en iyi ihtimalle eksik bir çözüm, en kötü ihtimalle de bir safsata olarak nitelendiriyor. ABD‘de düzenlenen bir ankette, halkın yalnızca yüzde 50’si antibiyotiklerin virüsleri değil, sadece bakterileri öldürdüğünü ve yüzde 46’sı elektronların atomlardan daha küçük olduğunu biliyordu. Yarısından azı da insanların daha önce yaşamış diğer hayvanlardan türediği konusunda hemfikirdi. Ancak manşetlere taşınan bu tür istatistikler, halkın gerçek bilimsel anlayış ve tutumlarının çok azını yansıtmaktadır. Diğer anketlerde, olgulara dayalı bilim okuryazarlığı puanları yüksek olan bazı gruplar da bilimde uzlaşılan fikirleri kabul etmeyi reddetmektedir.
Eski alışkanlıklar zor ölüyor. Bilgi odaklı eğitimin bilim ve teknoloji mesleklerini doldurmada etkili olduğu söyleniyordu, standart testlerle ölçüm kolaydı ve kendileri gibi bir kitleye konuşmak, çoğunlukla beyazların egemen olduğu bir akademik geçmişten gelen gazeteciler için doğal bir durumdu. Öncüler ileriye doğru yeni bir yol açarken bile, geçmiş varlığını sürdürüyor ve nüfusun bazı kesimlerini bilimsel keşifler ve içgörülerle beslerken diğer kesimlerini aç bırakıyor.
Bilimi Özgürlüğün Müttefiki Kılmak
Bilim okuryazarlığının önündeki kültürel engeller ABD’de özellikle çevre ve sağlık konularında, otoriteye isyan eden ulusal bir bireysel özgürlük etiği nedeniyle daha da kötüleşmektedir. Bu etik, aşı şüphecilerinin eklektik siyasi kimliklerini açıklamaya yardımcı olmaktadır. Penn State Üniversitesi Kanser Enstitüsü’nden tıp ve kültür uzmanı Bernice Hausman, Aeon için kaleme aldığı bir makalede, “[Onlar] bilime bütünüyle güvenmiyor değiller,” diyor. Hem sağ hem de sol gruplar, daha ziyade, hükümetin ya da büyük şirketlerin kendilerine nasıl sağlıklı bir yaşam sürdüreceklerini söylemesini istemiyor.
Yale Üniversitesi’nden Dan Kahan’ın araştırması bu sonucu doğruluyor: İnsanları sadece daha fazla bilimsel bilgiye maruz bırakmak, din, sınıf ve siyasi bağlılık dahil olmak üzere grup kimliğinin veya yıllarca süren kurumsal istismar kaynaklı güvensizlik veya inkarcılığın üstesinden gelemez. Özgürlüğün ilkel değeri bu direnci sadece yoğunlaştırır. Bilimsel bulgular grup kimliği ile çatıştığında, pek çok insanın ilk tepkisi, iyi desteklenmiş kanıtlar karşısında bile emsallerinin yanında yer almaktır. Bu gibi durumlarda, insanlarla dürüstçe konuşmak, bunu aşmanın en iyi yolu olabilir.
Günümüzün içi boşaltılmış medya ortamında, pek çok yayın organı (özellikle kaynakları kısıtlı yerel televizyonlar, gazeteler ve internet siteleri) bilimsel süreci karakterize eden kesin olmama halini ve değişen hipotezleri ele alamamaktadır. Aynı zamanda insanlar artık Reddit’ten 4chan’e, sayısız Facebook grubuna ve YouTube kanalına kadar uzanan baş döndürücü bir dizi uç web sitesine ve çevrimiçi topluluğa kolayca erişebiliyor. Tık avcısı siteler maksimum duygusal etkiye sahip hikâyeler -genellikle mezenformasyonla dolu hikâyeler- üretiyor çünkü bunlar kolayca trafik çekiyor ve gelir yaratıyor. Tüm bu yollarla, kasıtlı siyasi gündemleri veya ekonomik çıkarları olan gruplar, psikolojik olarak ikna edici formatlarda aldatmacaları yaymak için günümüz medyasını kolayca kullanabiliyor. Ayrıca bilim insanlarına ve uzmanlara karşı güvensizliği yayarak, şüpheciliklerini yeni kitlelere ulaştırabiliyor.
Aşılara yönelik şüpheci tutumlar, bireysel özgürlük diliyle ifade edilebilmekte -ya da bir topluluğun kobay haline geleceği, daha zengin bir grubu korumak için önce aşılanacağı, tıpkı bir kraliyet yemek tadımcısının kralı korumak için zehirlenme riskine girmesi gibi- korkusuna dayanabilmektedir. Pandemi etrafındaki bilim artık o kadar kişisel ve siyasi şekillerde algılanıyor ki bireyler rutin olarak kendi çıkarlarına karşı isyan ediyor. Yalnızca CNN üzerinden bir “doğruluk kontrolü” işleri tersine çevirmek için yeterli olmayacaktır.
Her komplo teorisini veya manipülatif web sitesini ayıklamak son derece zor olacaktır; yüzyıllar süren ihaneti iyileştirmek zaman alacaktır. Yine de yapabileceğimiz şey, insanların bir bölümünün bilim hikâyelerini destekleyici ve anlamlı bir çerçevede değerlendirmelerine yardımcı olmaktır. Mezenformasyon hususunda olduğu gibi, burada da küçük girdiler anlamlıdır.
Bilim Sevgisini Etkinleştirmek
Bu alışkanlıklardan nasıl kurtulacağımızı anlamak için doğru bilgiye erişim eksikliğinden inkârcılık ve komplo teorilerinin kasıtlı olarak benimsenmesine kadar uzanan mezenformasyonun köklerine bakmak gerekir.
Sanılanın aksine, Amerikalılar bilime toptan karşı değildir ve bilim inkârcılığı eğitim seviyesi düşük olanlar arasında yoğunlaşmamaktadır. Pew’in 2020 yılında yaptığı bir anket, Amerikalıların yüzde 80’inden fazlasının bilime olumlu baktığını ve bilim insanlarının genellikle kamu yararına hareket ettiğine inandığını göstermektedir ki bu oran dini liderler (yüzde 57), iş dünyasının liderleri (yüzde 46) veya seçilmiş idareciler (yüzde 35) için verilen sayılardan oldukça yüksektir. Ne var ki odak noktası iklim değişikliği, aşı veya gen terapisi gibi duygusal ve siyasi yükü olan konulara kaydığı anda bu sayı düşmektedir. Siyasi ve dini inançlar da dahil olmak üzere değerler denkleme girdiğinde, en yüksek eğitim seviyesine ve bilgiye en fazla erişime sahip kişiler aslında siyasi veya dini çizgiler bakımından en fazla kutuplaşmış kişilerdir.
Dan Kahan, kapsamlı anket verilerine dayanarak, insanların çevrelerindeki toplulukla “bağlantılarını güçlendiren pozisyonu” destekleme eğiliminde olduğunu ve bu eğilimin avcı-toplayıcı olduğumuz günlere kadar uzandığını tespit etti. Bu ittifaklar fiziksel ya da sosyal hayatta kalma açısından kritik öneme sahipti. Kahan, 2010 yılında Nature dergisinde şöyle yazmıştı: “Kürtaj, eşcinsel evlilikler ve okullarda namaz gibi ‘kültürel meseleler’ konusunda aynı fikirde olmayan gruplar, iklim değişikliğinin gerçek olup olmadığı ve nükleer atıkların yeraltında bertaraf edilmesinin güvenli olup olmadığı konusunda da aynı fikirde değiller.” Bu eğilimleri yıkmanın ve insanları bilimsel kanıtlara karşı daha açık fikirli hale getirmenin tek yolu, her grupla anlamlı ve kendileriyle alakalı olduğunu hissettirecek şekilde iletişim kurmaktır ki bu da gazetecilerin sıklıkla gözden kaçırdığı bir inceliktir.
Yale Üniversitesi İklim Değişikliği İletişimi Programı, iklim değişikliğine yönelik kamuoyu tutumları konusunda 10 yılı aşkın bir süredir anket çalışmaları gerçekleştirmektedir. Araştırmacılar bu anketlerden yola çıkarak “küresel ısınmanın altı Amerikasını”, yani küçümsemekten alarma geçmeye kadar değişen tepkilere sahip grupları belirlediler. Elbette çoğumuz her iki uçta da değil, ortak bir noktada toplanmış durumdayız. 2016 yılında yapılan bir Pew araştırması da benzer şekilde, halkın farklı kesimleri arasında, özellikle de siyasi çizgiler bakımından iklim konusundaki tutumların çılgınca farklı olduğunu göstermektedir.
Pew’in 2019’da yaptığı ayrı bir araştırma da bu noktaya parmak basıyor. Anket, Amerikalıların bilim hakkında bildiklerinin eğitim, ırk ve etnik kökene göre önemli ölçüde değiştiğini ortaya koyuyor. Anketi düzenleyen Cary Funk’ın Scientific American’da yazdığına göre, ”insanların bilimle ilgili birçok konu hakkındaki görüşleri, bilimsel bilgi düzeyleriyle bağlantılı değil.” Örneğin, iyi eğitimli çevreciler genetiği değiştirilmiş ürünlere karşı şüpheli argümanlara sempati duyabiliyorlar. Araştırmalar, aşılara karşı çıkan insanların siyasetin hem solundan hem de sağından geldiğini ancak genellikle karşı çıkma nedenlerinin farklı olduğunu göstermektedir. Her konu ve her ”halk” tabakası kendi bilim okuryazarlığı zorluklarını ortaya koymaktadır.
Sonuç olarak bilim okuryazarlığı söz konusu olduğunda, toplumun her kesiminden insanlar bilgiye erişim eksikliği veya karşı çıkmaya cesaret edemedikleri silo kültürü nedeniyle zorlanabilmektedir. Bununla birlikte bilimi yaşamları için bir nimet olarak görmeye başladıklarında bu nüfuslara ulaşılabilmektedir.
Bilim Okuryazarlığı için Yeni Stratejiler Geliştirmek
Bilimin gerçekte nasıl işlediği konusunda şeffaf olun. Çoğu öğrenciye bilim hâlâ, hatalar yapan ve zaman içinde kendini düzelten yinelemeli, kusurlu ve esnek bir keşif sürecinden ziyade, tartışılmaz gerçekler ortaya koyan bir dizi katı yöntem olarak öğretiliyor. Wisconsin, Madison Üniversitesi’nde bilim iletişimi uzmanı olan Dominique Brossard, “Bence Amerikan halkı bilimsel süreç hakkında net bir anlayışa sahip değil,” diyor. “Pandemi de bunun iyi bir örneği.” Örneğin, birçok araştırmaya göre, sosyal mesafenin ve maske takmanın herkesçe kabul görmesi, ABD’deki Covid-19 ölü sayısını büyük ölçüde azaltabilirdi.
Bilimsel sürecin yanlış anlaşılması, yeni bilgiler eskileriyle çeliştiğinde insanların güvenlerini kaybetmelerine neden olur. Amatörlere sadece sınırlı eğitim gerektiren araştırma projelerinde çalışma fırsatı sunan topluluk ve vatandaş bilimi projeleri bu noktada önemli bir araç olabilir. (Yaygın olarak kullanılan adına rağmen, katılmak için kesinlikle “vatandaş” olmak gerekmez).
Bilimsel merakı teşvik edin. Kahan’ın da belirttiği gibi, bilime duyulan merak, bilimsel konulara daha derinlemesine dalmayı ve bilimi genel olarak daha iyi anlamayı teşvik eder. Merak; problem çözmeyi, eleştirel düşünmeyi ve insanların bilimsel bilgileri güvenilmez aracılar yerine kendi kendilerine değerlendirmelerine yardımcı olabilecek bağımsız bir zihin yapısını teşvik eder. Neyse ki merakı teşvik etmek bilim yayınları, podcast’ler, müzeler, bilim merkezleri ve çok daha fazlası aracılığıyla sayısız yaratıcı yolla gerçekleştirilebilir.
Zihnin nasıl çalıştığını insanların anlamalarına yardımcı olun. Son araştırmalar, yeni şeylerin anlaşılmasında sunum ve aşinalığın bilgiden daha önemli olabileceğini gösteriyor. South California Üniversitesi’nden bilişsel psikolog Norbert Schwarz’a göre, keskin renklerden net yazı tiplerine ve basit cümlelere kadar, bir şeyin anlaşılmasını kolaylaştıran her şey aynı zamanda onun daha inandırıcı görünmesini de sağlıyor. Facebook, Instagram ve Twitter’ın yanlış bilgiyi yaymada etkili olmalarının bir nedeni de bu bilgilere gerçeklik süsü vermeleridir: Haberler basit, tekrarlanan lokmalar halinde gelir ve genellikle güvenilir görünen arkadaşlar tarafından iletilir. Beyin bir şeyi doğru (ya da yanlış) olarak kodladıktan sonra, yeni bilgiler bunu yapmanız gerektiğini gösterse bile bu önyargıdan kurtulmak zordur.
Bilişsel araştırmacılar, bilim gazeteciliği ve iletişimi yoluyla mezenformasyonla mücadele etmek için bir dizi etkili uygulama belirlemiştir: Çürütmek için bile olsa bir habere asla bir yalanla başlamayın, çünkü ilk ifade insanların aklında kalacaktır. Haber yaparken olası yanlış anlamaları önceden tahmin edin. Asılsız haberleri, ortaya çıkar çıkmaz, medyada fazla yer almadan önce çürütün. Pek çok uzman “önceden çürütme”yi önermektedir: yeni ortaya çıkmaya başlayan mitleri ve komplo teorilerini tam anlamıyla dikkat kesilip tek başına hikâyeler, gönderiler ve tweetlerle bunlara saldırarak halkı bunlara karşı bağışıklık kazandırmak.
Dijital okuryazarlığı, internet ve sosyal medyanın bilgiye yanıt verme biçimimizi etkilediği, ince ve çoğu zaman zararlı yolların farkına varılmasını teşvik edin. Örneğin araştırmalar, internette tarafsız bir habere verilen çirkin tepkilerin, insanların bu bilgiyle nasıl ilişki kurduğunu etkileyebildiğini, bazen de siyasi olarak kutuplaştırıcı şekillerde etkileyebildiğini göstermektedir. Ayrıca şu da önemli: İnsanlar internette arama yaptıklarında, hızlı ve bilinçsiz duygusal tepkilere neden olabilecek aldatıcı hikâyelere ve videolara karşı kendilerini savunabilmelidirler. İnsanları bu manipülasyonlardan haberdar ederek ve mümkünse doğru bilgiyi önce kamuoyuna sunarak onları çevrimiçi mezenformasyona karşı bağışıklık kazandırabiliriz.
İnsanların bilinçsiz önyargılarının farkına varmalarını sağlayın. Başımıza bu kadar bela açan yüklü meseleler söz konusu olduğunda, insanlar bilgi birikimlerini atlayan zihinsel kestirme yollar kullanırlar. Bu kestirme yollar sosyal, ahlaki, etik ve psikolojiktir. Brossard bu yollar için, “bazen o kadar bilinçsiz ve semboliktirler ki fark etmek zor olabilir,” diyor. İnsanlar bir adım geri çekilip, ne kadar çok şey bilirlerse bilsinler belli bir şekilde tepki vermelerine neden olan bu gizli bilişsel etkileyicileri bilinçli olarak göz önünde bulundurduklarında daha yapıcı ve bilime dayalı kararlar alabilirler. Bu, güvenilir haberciler ve kuruluşlar aracılığıyla vatandaş bilimine ve tabandan bilime dahil edilebilecek öğretilebilir bir beceridir.
Kültürel olarak birbirine bağlı, bilimle ilgilenen insanlardan oluşan toplulukları teşvik edin. İlgili topluluk üyeleri ve liderlerinin yanı sıra bilgili öğretmenler, ebeveynler, hastalar ve hobiyle ilgilenenler genellikle bilimi kamusal alana taşımak için en iyi donanıma sahip insanlardır. Brossard’ın Madison Üniversitesi’ndeki meslektaşı sosyolog Noah Feinstein, otistik çocukların ebeveynleriyle görüşürken bunu keşfetti. Ebeveynler sorunlarını her zaman bilimsel terimlerle düşünmüyorlardı ancak bazen çocuklarıyla ilgili sorunları çözmek için diğer ebeveynler, çevrimiçi araştırmalar, bilimsel uzmanlar ve davranış terapistleri gibi “bilime yakın” uzmanlar da dahil olmak üzere bir kaynaklar ağına güveniyorlardı. Bu ebeveynler kaynakları, araştırmaları ve fikirleri paylaşmak için genellikle çevrimiçi olarak bir araya geldiklerinde, çözümler ortaya çıkmıştı.
Güven tesis eden ve kişisel yatırıma ilham veren yerel, somut konulara odaklanın. Essex Üniversitesi’nden Allum, bilimi, siyasi görüşleri ne olursa olsun insanların çözmek için etrafında birleşebilecekleri sorunlar veya konularla ilgili olarak sunmamız gerektiğini söylüyor. Örneğin, Florida’daki kıyı sakinleri çoğunlukla Cumhuriyetçidir ancak kendi evleri risk altında olduğunda iklim değişikliği hakkındaki siyasi konuşmalar onlar için önemsiz hale gelir. Bu yaklaşımı izleyen Colorado Üniversitesi, Colorado Nehri Havzası çevresindeki toplulukları ilgilendiren su sorunlarına odaklanan bilim haberciliğini teşvik etmek için bir gazetecilik projesi olan Water Desk’i kurdu
Her gruba kendi kültürel koşullarına göre hitap edin. The Atlantic veya New York Times’ın bilim sayfalarında ne kadar iyi habercilik yapılırsa yapılsın, Amerikan nüfusunun büyük bir kısmı bu hikâyelere asla dikkat etmemektedir. Pek çok insan bilim haberlerine daha fazla ilgi gösteremeyecek kadar meşgul olduğunu söylerken, diğerleri bu yayın organlarını liberal, önyargılı ve elitist ya da kaldırmayı göze alamayacakları bir güvenlik duvarının arkasında, kelimenin tam anlamıyla erişilemez olarak görebilmektedir. İşte bu yüzden bilim haberleri çekirdek bir kitlenin ötesine asla ulaşamıyor ve bu kitlenin dışına ulaşmaya yönelik iyi niyetli çabalar da çoğu zaman başarısız oluyor.
Bristol Üniversitesi Psikoloji Bilimleri Fakültesi’nde bilişsel psikoloji kürsüsü başkanı olan Stephan Lewandowsky, farklı dünya görüşlerine sahip insanlarla, özellikle de bilimsel bilgiye aktif olarak direnenlerle konuşurken neyle karşı karşıya olduğunuzu bilmenizi tavsiye ediyor. Bilimsel bilgi, belirli bir topluluğun güvenilir üyelerinden geldiğinde daha inandırıcı olarak görülür. Dışarıdan gelenler toplulukla konuşmak istiyorlarsa, önce dinleyicilerini tanımalıdırlar. Nihayetinde amaç, din adamlarından kütüphanecilere ve öğretmenlere kadar her gün toplumla birlikte çalışan bir dizi güvenilir haberciyi güçlendirmektir.
Son Söz
Daha fazla insanı, değerlerini çiğnemeden, bilimle ilgilenmeleri ve bilim hakkında derinlemesine düşünmeleri için güçlendirerek kendileri, toplumları ve bir bütün olarak gezegenimiz için daha iyi kararlar almaya teşvik edebiliriz. Şu anda bir yol ayrımındayız: Ya bilim için mücadele ederek gidişatı değiştirmek üzere harekete geçeceğiz ya da iklim değişikliği, salgın hastalıklar, çevresel adaletsizlikler ve diğer tehlikelerin yaygın acı ve sıkıntılara yol açmasını oturduğumuz yerden izleyeceğiz.
Bizim için B Planı yok, B Gezegeni de yok. İnsanlığın karşı karşıya olduğu sorunlardan kaçabileceği hiçbir yer yok. Zekâ, dürüstlük, açıklık ve şefkatle şimdi harekete geçmeliyiz. Zorluklara rağmen, iyimser ve pozitif olmalıyız; hep birlikte ibreyi ileriye doğru çevirebilir ve gidişatımızı daha iyiye doğru değiştirebiliriz.
Kaynak: Bu yazı, Science Literacy Foundation’ın White Paper metninden kısaltılarak çevrilmiştir.