Bilim tam anlamıyla en küçük sistemden en büyük yapıya kadar gözlem ve metodolojik teknikler kullanarak sistemli bir şekilde ilerlemeyi kapsayan doğal olan süreçleri üretmiş olduğu hipotezler doğrultusunda ölçen ve bu süreçte titiz ve objektif araştırma yöntemlerine başvuran bir yaklaşımdır. İçinde birçok dalı bulunduran bilim, kümülatif yapısı sayesinde daima ilerlemektedir. Bilimin toplumdaki yerini anlayabilmemiz için, toplumun bilim ile olan ilişkisini anlamlandırmamız gerekir. Her şeyden önce toplum, bilimin sonuçlarını birçok alanda pratik uygulamalarla hayata geçirir. Bunlara pek çok günlük örnek verilebilir: yoğurt mayalamak gibi geleneksel yöntemlerden, aracınızda navigasyon kullanarak coğrafi konumunuzu belirlemeye kadar geniş bir yelpaze. Ancak, bu pratiklerin bilimsel açıklamaları olsa da, bu durum onların “bilim” olarak tanımlanabileceği anlamına gelmez. Örneğin, bir şişe sodanın kapağını açarken kaldıraç kuvveti prensibini uygulamak, suyun kaynama noktasını değiştirerek yemek pişirme süresini ayarlamak ya da bir futbol maçında topun hareketini etkileyen hız ve açıyı hesaplamak gibi basit gözlemler, bilimin farklı disiplinlerinin pratik hayata uygulanma şekillerine örnek olarak verilebilir.
Bilim, topluma doğrudan müdahale edebilen bir kavram değil, insanlık tarafından yönlendirilen bir araçtır. Bu nedenle, bilimi sosyal açıdan ele aldığımızda, onun kullanım koşullarını yalnızca olumlu ve dar kapsamlı alanlarla sınırlandırmamız mümkün değildir. Örneğin, bilimsel bilgi savaşlarda atom bombalarının, tüfeklerin ve daha önceki dönemlerde kullanılan ilkel aletlerin geliştirilmesinde kullanılmıştır. İnsanlık tarihi boyunca bilim, hem iyi hem de kötü amaçlarla kullanılmış; topluma fayda sağlayan bir rehber olduğu kadar yıkıcı etkilerin de aracı olmuştur. Ancak burada kritik bir nokta vardır: Bilimin kendisi ne iyi ne de kötüdür; onu bu anlamlarla yükleyen, bilimi nasıl kullandığına karar veren Homo sapiens’tir. Kötü amaçlarla kullanılabilecek bir şeyin varlığı, onun tamamen kötü olduğu anlamına gelmez. Atom bombası, savaşlarda yıkıma yol açmış olsa da aynı bilimsel temel, nükleer enerji gibi yenilikçi ve faydalı uygulamaların da temelini oluşturmuştur. Bu nedenle, bilimi yargılarken onun yalnızca bir araç olduğunu ve insanoğlunun bu aracı kullanma biçiminin asıl belirleyici faktör olduğunu unutmamak gerekir.
İnsanlık tarih boyunca merak etmiş, çevresindeki dünyayı anlamaya çalışmıştır. Bu merak, bilinmeyeni keşfetme ve çözme çabasıyla insanları harekete geçirmiştir. Ancak bu süreç, yalnızca basit bir gözlem ve deneme yanılma ile sınırlı kalmamış; zamanla sistematik bir yapıya bürünmüştür. Deneme yanılma yöntemleriyle insanlar, doğruya en yakın olan yolu bulmaya çalışmış ve bu çabalar, günümüzde bilimsel yöntem dediğimiz sistematik ve disiplinli süreci oluşturmuştur. Bilimsel yöntem, sadece bir keşif süreci değil; aynı zamanda bilgiye ulaşmada güvenilirlik ve doğruluk sağlayan bir kılavuzdur. Bu yöntem, bizi varsayımlardan uzaklaştırır, ölçülebilir ve tekrarlanabilir gerçeklere yaklaştırır.
Bilimsel araştırma, yeni bilgiler elde etmek ve mevcut bilgi birikimini geliştirmek amacıyla dikkatle planlanan bir süreçtir. Bu çalışmalar, hem bireylerin hem de toplumların ihtiyaçlarına yönelik çözüm önerileri sunar. Bilimsel yöntemlerle yapılan araştırmalar, yalnızca bilim insanlarına değil, aynı zamanda günlük yaşamın çeşitli yönlerine de katkı sağlar.
Bilimsel Araştırma Türleri ve Yaklaşımları
Bilimsel araştırmalar, farklı kategorilere ayrılarak belirli sorunlara odaklanmayı kolaylaştırır. Bu kategoriler, veri toplama yöntemleri, zaman ilişkisi, nedensellik ve uygulama alanına göre sınıflandırılabilir. Veri toplama tekniklerine göre araştırmalar, gözlemsel ve deneysel çalışmalar olarak ikiye ayrılır. Gözlemsel çalışmalarda, araştırmacı olayları doğal akışında gözlemleyerek veri toplar. Örneğin, bir toplumdaki beslenme alışkanlıklarının sağlık üzerindeki etkilerini incelemek gözlemsel bir çalışmadır. Deneysel çalışmalarda ise araştırmacı, belirli bir faktöre müdahale ederek sonuçları gözlemler. Bu tür çalışmalar genellikle kontrollü deney koşullarında gerçekleştirilir ve hipotezlerin test edilmesini sağlar.
Nedensellik ilişkisine göre araştırmalar, tanımlayıcı ve analitik olarak sınıflandırılabilir. Tanımlayıcı araştırmalar, belirli bir olayın veya durumun mevcut yapısını açıklamayı hedeflerken, analitik araştırmalar olaylar arasındaki ilişkileri anlamaya çalışır. Örneğin, hava kirliliğinin uzun vadede solunum yolları üzerindeki etkilerini inceleyen bir çalışma analitik bir araştırma türüdür. Zaman ilişkisine göre araştırmalar, geçmişe dönük (retrospektif), ileriye dönük (prospektif) ve kesitsel çalışmalar olarak ayrılır. Geçmişe dönük araştırmalar, daha önce gerçekleşmiş olayların verilerini analiz ederek neden-sonuç ilişkisi kurmaya çalışır. İleriye dönük araştırmalarda ise bir grup katılımcı gelecekteki olaylar açısından takip edilir. Kesitsel çalışmalar, belirli bir zaman diliminde gerçekleşen olayları analiz ederek anlık değerlendirmeler sunar. Örneğin, bir hastalığın o anki yaygınlık oranını inceleyen çalışmalar kesitsel niteliktedir.
Son olarak, uygulama ortamına göre araştırmalar; klinik, laboratuvar ve sosyal araştırmalar olarak sınıflandırılır. Klinik araştırmalar, tedavi yöntemlerinin etkinliğini test etmek için insanlar üzerinde yapılan çalışmaları içerirken, laboratuvar çalışmaları kontrollü koşullarda yapılan deneysel çalışmaları kapsar. Sosyal araştırmalar ise toplum davranışlarını ve eğilimlerini anlamayı hedefleyen çalışmalardır..
Bilimsel Araştırma Süreci
Bir bilimsel araştırmanın başarılı olabilmesi için, süreç iyi planlanmalı ve dikkatle yürütülmelidir. Araştırma sürecinin önemi, Remzi Y. Kıncal’ın Bilimsel Araştırma Yöntemleri ve Luis M. Camarinha-Matos’un Scientific Research Methodologies and Techniques adlı eserlerinde de vurgulandığı gibi birkaç aşamadan oluşmaktadır:
Araştırma Sorusu veya Problemin Tanımlanması
Bilimsel araştırmanın en kritik adımıdır. Bu adım, hangi konuda çalışılacağını ve çalışmanın odaklanacağı alanı belirler. Test edilebilir, doğrulanabilir veya reddedilebilir olmalıdır. Aynı zamanda, araştırmanın uygulanabilir ve mantıklı olması gerekir.
Arka Plan ve Gözlem
Literatür taraması, mevcut bilgi birikimini değerlendirerek bir araştırma sürecinin temelini oluşturur. Bu süreç, araştırmacının daha önce yapılmış çalışmaları analiz etmesine olanak tanır ve yeni araştırmanın bu yöntemlerden nasıl farklılaşabileceğini belirlemesine yardımcı olur. Literatür taraması sırasında, ders kitapları, konferans bildirileri, özgün makaleler ve gözlem sonuçları gibi çeşitli kaynaklar incelenir. Bu kaynaklar, araştırma konusuyla ilgili önceki bilgileri anlamak ve var olan boşlukları tespit etmek için kritik bir rol oynar. Literatür taramasının temel amacı, hangi bilgilerin zaten bilindiğini ortaya koymak ve bu bilgiler ışığında araştırmanın hangi noktaları değiştirebileceğini veya geliştirebileceğini belirlemektir. Böylece, araştırma hem geçmiş bilgi birikimine dayanır hem de bilimsel bilgiye yeni bir katkı sunar.
Hipotez Oluşturma
Hipotez, olası sonuçlar hakkında “tuttarlı bir tahmin” olarak tanımlanır. İyi bir hipotezin bulundurması gereken sonuçlar; basit ve net olması, doğrulanabilir olması ve mevcut bilgi birikimleriyle bağlantılı olmayı gerektirir. Örneğin, “UV ışığına aşırı maruz kalan bireylerde cilt kanseri oranları artar.” hipotezidir.
Deney Tasarımı ve Hipotezin Test Edilmesi ve Veri Toplanması
Araştırmacı, hangi değişkenlerin kontrol edileceğini ve ölçüleceğini ayrıntılı bir şekilde tanımlamalıdır. Deneyin tekrarlanabilir olması ve tarafsız sonuçlar sağlaması gerekir. Belirlenen yöntemler ve araçlarla deneyler gerçekleştirilir. Pilot testler ve saha çalışmaları bu sürecin parçasıdır. Araştırma, etik kurallara uygun şekilde yürütülmelidir. Sonuçların tekrar test edilmesi, güvenilirlik açısından önemlidir.
Sonuçların Yorumlanması, Analizi ve Bulguların Yayınlanması
Toplanan veriler niteliksel ve niceliksel analiz yöntemleriyle değerlendirilir. Sonuçlara duyulan güveni zayıflatabilecek faktörler göz önünde bulundurulmalıdır. Literatürle karşılaştırmalar yapılarak tanımlayıcı ve çıkarımsal istatistikler kullanılarak sonuçların anlamlılığı test edilir.
Araştırma sonuçları bilim dünyasına ve ilgili topluluklara sunulmalıdır. Araştırma bulguları yayımlanmadıkça bilimsel katkı olarak kabul edilmez. Bu, konferans bildirileri, dergi makaleleri ve tez yazımları ile gerçekleştirilir. Diğer bilim insanlarının yorumları alınarak çalışma geliştirilebilir.
Yeniden Test Edilmesi
Diğer bilim insanları tarafından tekrarlanan testler, bulguların güvenilirliğini artırır. Analiz edilen sonuçlar, gelecekteki çalışmalar için başlangıç noktası oluşturabilir.
Teorik ve modelleme çalışmalar ise bilimsel araştırmalarda karmaşık sistemlerin anlaşılmasını kolaylaştırır. Matematiksel modeller, olayları temsil etmek için denklemler ve parametreler kullanarak sistemlerin temel yapısını ortaya koyar. Bu modeller, deneylerin zor veya maliyetli olduğu durumlarda çözüm sağlar ve gerçek verilerle doğrulanarak güvenilir hale getirilir.
Bilgisayar simülasyonları, matematiksel modellerin dijital ortama aktarılmasıyla senaryoları test etmek için güçlü bir araçtır. Mühendislikten biyolojiye birçok alanda kullanılan simülasyonlar, zaman ve maliyet tasarrufu sağlarken çeşitli koşulları hızlıca değerlendirme imkânı sunar.
Meta-analiz ve sistematik incelemeler, literatürdeki mevcut çalışmaları bir araya getirerek bir alandaki genel eğilimleri analiz eder. Meta-analizler, bireysel araştırmaların sonuçlarını istatistiksel olarak değerlendirerek daha geniş ve sağlam sonuçlar sunar, özellikle tıbbi ve sosyal bilimlerde önemli bir rehberlik sağlar. Toparlayacak olursak bu yaklaşımlar bilimsel araştırmalara yön vererek bilgiye daha sistematik ve güvenilir bir şekilde ulaşmamızı mümkün kılar.
Bilimsel Yöntemin Sınırlılıkları
Bilim, insanlığın bilgiye ulaşma ve sorunları çözme çabasının en etkili yollarından biri olsa da bu yöntem, mükemmel değildir ve kendi içinde bazı sınırlılıklara sahiptir. Yanlılık, toplumla olan ilişkisi ve eleştirilebilir yapısı, bilimin yalnızca ilerleyen bir süreç olmadığını ortaya koyar. Ancak, paradigmanın kendisi, bilimin eleştirilebilirliğini değil, belirli bir dönemde bilimsel topluluk tarafından paylaşılan ortak kabulleri ifade eder.
Bu noktada paradigmayı anlamak oldukça mühimdir. Thomas Kuhn’un “Bilimsel Devrimlerin Yapısı” adlı eseri, bilimsel ilerlemenin düz bir çizgi halinde ilerlemediğini, aksine belirli dönemlerde köklü değişikliklerle yeniden şekillendiğini öne sürer. Kuhn’a göre, bilim insanları mevcut teoriler dahilinde çalışmalarını sürdürür ve yeni bir paradigma gelene kadar bu bilimsel görüş hakimdir. Ardından süreç içinde biriken anomaliler yeni bir paradigma doğurur ve eskisine olan güveni sarsar böylece bilimsel bir devrim gelişmiş olur ve bilim yeni paradigmaya göre şekillenir. Kuhn burada bilimin dönemsel değişimlere bağlı olarak zor ve katı bir şekilde ilerlediğini ve bu sürecin oldukça zorlu olduğunu açıklamaktadır.[1]
Yanlılık ve Objektiflik Sorunu: Araştırmacı Yanlılığı Nasıl Önlenir?
Bilimin temel yöntemlerinden biri, objektif ve tarafsız bilgiye ulaşmaktır. Ancak, bilim insanları da birer insan olduklarından dolayı, yanlılık her zaman bir risk unsuru olmuştur. Yanlılık, bilinçli veya bilinçsiz şekilde araştırmaların doğruluğunu etkileyebilir. Araştırmacılar, hipotezlerini destekleyen verileri seçebilir ve çelişkili verileri göz ardı edebilir. Ya da finansman sağlayan kurumların çıkarları doğrultusunda şekillendirilebilir. Yanlılığı önlemek için benimsenebilecek yöntemler bulunmaktadır. Bunlar arasında araştırmacı ve katılımcılar arasında çift kör çalışmaların -klinik araştırma bitene kadar ne katılımcıların ne de araştırmacının katılımcıların hangi tedaviyi veya müdahaleyi aldığını bilmediği bir tür yöntem- yapılması, toplanan verilerin bir hakemler tarafından değerlendirilmesi ve açıkça paylaşılması olabilir. Bu yöntemler tam anlamıyla yanlılığı bitirmese de, azaltmasında yardımcı olabilir.
[1] Konu hakkında detaylı bilgi için bkz.Thomas Khun, Bilimsel Devrimlerin Yapısı, çev. Nilüfer Kuyaş. (İstanbul: 2017, Kırmızı Yayınları).