Frederic Bertley, HIV/AIDS için DNA aşılarının geliştirilmesine katkıda bulunmuş ve Haiti, Sudan ve Kanada Arktik Bölgesi gibi yerlerdeki küresel sağlık projelerinde çalışmış bir immünolog ve eğitimcidir. 2017’den bu yana Columbus, Ohio’da bulunan ve 320.000 metrekarelik bir alanı kapsayan bir bilim ve araştırma merkezi olan Bilim ve Endüstri Merkezi’nin (Center of Science and Industry – COSI) başkanı ve CEO’su olarak görev yapmaktadır. Aynı zamanda PBS-WOSU Public Media işbirliğiyle hazırlanan ve kendisinin ortak yapımcısı ve sunucusu olduğu QED with Dr. B adlı televizyon programını yürütmektedir. Bu röportajda Bertley, OpenMind’in ortak editörü Corey S. Powell ile, bilim insanlarına olan güven eksikliğinin nedenlerini ve bilim insanlarının halka daha etkili bir şekilde ulaşabilmek için neler yapabileceklerini ele alıyor. (Röportaj, uzunluk ve netlik açısından düzenlenmiştir.)
Corey S. Powell
Bir bilim inkârı krizine mi tanıklık ediyoruz? Birçok uzman “evet” diyor ancak 2000’lerin başlarında, 1990’larda ve 1980’lerde de benzer sorunların yaşandığını hatırlıyorum.
Pandemiden önce, belirli bilimsel konularda farkındalık yaratmak ve ilerleme kaydetmek için çalışan bireyler ve programlar vardı. Örneğin, iklimbilimi bu alanda başarılı bir örnek olarak öne çıkıyordu. 20 yıl önce insanların yalnızca %40’ı iklimbiliminin önemli bir mesele olduğunu düşünürken, bu oran zamanla %50’ye, ardından %60’a yükseldi. Bugün ise %70’in üzerine çıkmış durumda. Bu gelişim, yoğun çabalar sayesinde insanların bilimsel verileri duyup anlamalarını, ardından da daha iyi işlemelerini sağlamakla mümkün oldu. Ancak pandemi bu ilerlemeyi durdurmakla kalmadı, aynı zamanda bilim inkârcılığı ve bilimle ilgili kafa karışıklığı açısından bizi adeta taş devrine geri götürdü.
Pandemiyi anlamanın ve bir an önce atlatmanın tek yolu, bilim dediğimiz süreçten geçiyordu. Ancak bilim insanları ve tıp camiası, bilimin nasıl çalıştığını anlatma konusunda yeterince etkili olamadı. En başından şu mesaj verilmeliydi: “Bakın, bilim bir gerçekler kitabı değil, bir süreçtir. Sorular sorarız, ardından bizi gerçeğe daha da yaklaştıran cevaplar alırız.” Halkın hayal kırıklığına uğradığını biliyoruz. Ancak bilmeniz gereken şu ki yeni veri noktaları eklemek için titizlikle çalışıyoruz ve her bir veri noktası, sonuçlarımızı, düşüncelerimizi ve önerilerimizi geliştirmemize olanak tanıyor.”
Öyleyse şeffaflığın olmayışını önemli bir sorun olarak mı görüyorsunuz?
Eğer bilim insanları ve tıp camiası biraz daha alçakgönüllü davranabilseydi belki de durum bu kadar kötü bir hale gelmezdi. Ancak bunun yerine mesele tamamen politik bir olaya dönüştü. Bilim inkârcılığına ilgi duyanların oranı pandemi öncesindeki seviyelere henüz geri dönmedi. Yine de bu süreçten ders çıkaracak ve öğrenmeye devam edeceğiz.
Bilim mezenformasyonuna ve inkârcılığına karşı mücadelede işe yaramayan yöntemleri görmek kolay. Peki ya işe yarayanlar?
İşe yarayan şey aslında oldukça basit: Bir kişinin bilgi düzeyine saygı göstermek ve kendisini rahat ve değerli hissettirmek. Örneğin biri “Belki çamaşır suyu [Covid’e karşı] işe yarayabilir” dediğinde bir immmünolog olarak bu bana oldukça çılgınca geliyor. Ancak bu kişi bunu gerçekten düşünüyor ve bu yüzden onun bulunduğu noktadan başlamak gerekiyor. Bu düşünceye nasıl kapıldınız? Bu fikir nereden geliyor? Öncelikle ona çamaşır suyunun ne olduğunu açıklamalısınız, ardından asitleri ve bazları tanımlamalı, vücudumuzun asitlerle nasıl baş edemediğini anlatmalısınız. Ancak tüm bunları yaparken saygılı olmalısınız. Yaşı, geçmişi ya da eğitim seviyesi fark etmeksizin konuştuğunuz kişiye değer vermeli, sorularını ve kafa karışıklığını ciddiye almalısınız.
İkinci önemli nokta ise konuştuğunuz konuyu gerçekten iyi biliyor olmanızdır. Çünkü yanlış bilgi verirseniz bir daha asla o kişinin güvenini kazanamazsınız.
Pratik olarak, karmaşık bilimsel konuları anlatırken “insanların bulundukları noktaya nasıl ulaşıyorsunuz”?
İnsanlarla bulundukları noktada buluşmak; kültür, geçmiş, deneyim, eğitim, konuşma tarzı gibi tüm unsurları bütünüyle dikkate almayı gerektirir. Eğer ABD’de düşük gelirli kentsel bölgelerdeki çocuklarla çalışıyorsanız Exeter, Yale ve Harvard’daki ayrıcalıklı öğrencilere yönelik kullandığınız dil, davranış ve kelime dağarcığından farklı bir yaklaşım benimsemeniz gerekir. Bu, emek isteyen bir süreçtir. Ayrıca, Amerika’daki bazı insanlar için zamirleri kullanmanız da gerekebilir. Sevin ya da nefret edin, şu an içinde bulunduğumuz çağ bu şekilde işliyor. Ekibimden üç kişiyi bilim okuryazarlığı çalışmaları için Gana’ya gönderiyorum. Gitmeden önce ekip, Gana’daki insanların kültürel pratiklerini ve geleneklerini öğreniyor çünkü orada yapılmasını ve yapılmamasını bilmeniz gereken şeyler var.
Bu süreçte samimi olmalısınız; sahte bir tavır sergileyemezsiniz. Kendinizi alçakgönüllü bir şekilde ortaya koymaya ve kültürel değerleri anlamaya gerçekten istekli olmalısınız. Sonuçta her şey şu noktaya dayanıyor: Hedef kitlenizi tanıyın.
Kariyerinizin başlarında, AIDS ile ilgili birçok efsanenin dolaştığı bir dönemde HIV aşıları üzerinde çalıştınız. Bugünkü bilim mezenformasyonuyla bir paralellik görüyor musunuz?
O dönemde çok fazla yanlış bilgi vardı. İlk olarak, “Bu hastalığı buraya Haitililer getirdi,” deniliyordu. Sonra, “Bu bir eşcinsel hastalığı” gibi bir algı oluştu. Ardından, “Maymunlarla cinsel ilişki kurdunuz” gibi absürt iddialar ortaya atıldı. Bu, tekrarlayan bir döngü haline geldi. HIV’de gördüğümüz bu tür bir risk inkârı ve yanlış bilgilendirme, bugün kızamık konusunda da karşımıza çıkıyor.
Bu döngüden nasıl çıkabilir ve bilimsel bulguları halka nasıl daha iyi bir şekilde aktarabiliriz ?
Bir kişiyle ya da bir kitleyle iletişim kurduğunuzda, onların sizi patronluk taslayan veya küçümseyen biri olarak algılaması bir saniyeden daha kısa sürer. Bu durum yalnızca bilim iletişimiyle değil, genel iletişimle ilgilidir. Babam derdi ki: “Evlat, insanlar mantıksal değil, duygusal ve psikolojik varlıklardır.” Bizleri yönlendiren duygu dünyamız gerçek ve yaptığımız pek çok şeyi etkiliyor. Bu nedenle bir bilim insanı olarak bir kitleye ulaşmaya çalışırken en önemli şey özgün olmaktır bence. Elbette ki bazı insanları ikna edemeyeceğiniz durumlar olacaktır. Ancak onları ikna edemeseniz bile size saygı duyabilirler. Örneğin, şöyle diyen insanlarla karşılaştım: “Afrika kökenli Amerikalı büyükannem Tuskegee deneyleri yüzünden aşıya karşıydı ve tıp camiasına güvenmiyordu. Ama sizin beş dakikalık videonuzu izledi ve gidip aşı yaptırdı.”
Bilim insanlarının daha mütevazı olması gerektiğini söylediğinizde tam olarak bunu mu kastediyorsunuz?
Evet. İkinci büyük mesele şu ki bilim insanları “Bilmiyoruz” demekten rahatsız oluyor. Oysa kariyerlerimizin tamamı “bilmiyoruz” üzerine kurulu! Bu yüzden yıllarca laboratuvarda deney yapıyoruz, veri topluyoruz, makaleler yazıyoruz. Evrenin nasıl çalıştığını bulmaya çalışıyoruz. Ama vatandaş John ve Jane’in karşısına geçtiğimizde durumu kurtarmak için uydurmaya çalışıyoruz. Bu, özellikle pandemi sırasında büyük zarar verdi. İnsanlar, haftalık hatta günlük olarak değişen cevaplar duyuyorlardı. Bu, verilerin değişmesinden dolayı bilim insanlarının suçu değildi. Fakat “Bilmiyoruz ama giderek daha fazla şey öğreniyoruz” dememek onların suçuydu.
COSI Bilim Merkezi’nde, çocuklara yönelik birçok programınız var. Genç bir izleyici kitlesinin bilimsel merakını nasıl uyandırıyor ve onların güvenini nasıl kazanıyorsunuz?
Size tam olarak nasıl yapılacağını göstereyim. Logaritmik ifadeyi, yani üstel büyümeyi tanımlayan F(x) = log10x denklemine bir bakalım. Bunu yetişkinlere gösterdiğinizde bazıları “Off, logaritmalar,” diye tepki verirken çoğu “Bu konuda hiçbir şey bilmiyorum,” der. Peki, birini bu konu hakkında bir dakika içinde nasıl heyecanlandırabilirsiniz? Çok basit. Bu yöntemi dört yaşındaki bir grup çocukla deneyebilir ve kesinlikle işe yarayacağını görebilirsiniz. Bunu şu şekilde ele alalım. Bir grup çocuğun yanındayken onlara bir dolar teklif edin. Çocuklar büyük ihtimalle “Evet, bedava bir dolar isterim” diyeceklerdir.
Ardından onlara 10 dolar teklif edin. Bu kez “Bana 10 dolar mı vereceksiniz?!” diye şaşıracaklardır. Ancak onlara fikrinizi değiştirdiğinizi ve 100 dolar vereceğinizi söyleyin. İşte o anda heyecanları artacaktır. Ve eğer onlara 1.000 dolar teklif ederseniz tam anlamıyla şaşkına döneceklerdir. Çünkü onlar bu büyüklüklerin ne anlama geldiğini sezgisel olarak bilirler. 10, 1’den büyüktür; 100, 10’dan
büyüktür; 1.000, 100’den büyüktür. Bunlar, büyüklük dereceleridir.
Karmaşık bir kavramı, çocukların anlayabileceği bir kelime dağarcığına indirgeyerek anlamalarını sağladınız. Ve birdenbire, “Aman Tanrım, üniversite düzeyinde bir denklem biliyorum!” diyen çocuklarla karşılaşacaksınız. Daha sonrasında umuyorum ki Pazartesi günü çocuklar okula gittiklerinde matematiğe bambaşka bir gözle bakacaklardır.
İşte bu, üstel büyümeyi anlatmanın çok etkili bir yoludur.
Kaynak: Bu metin, www.openmindmag.org adresindeki Science Without the BS başlıklı söyleşiden çevrilmiştir.
Görsel: Open Mind