“Matilda etkisi”, bilimsel katkıları göz ardı edilen veya erkek meslektaşlarına atfedilen kadın bilim insanlarını tanımlamak için kullanılan bir kavramdır. Terim, ilk kez bilim tarihçisi Margaret W. Rossiter tarafından 1993’te ortaya atılmıştır.[1] İsmini, kadın hakları savunucusu Matilda Joslyn Gage’den alır. Bu kavram, Robert K. Merton’un daha önce tanımladığı “Matthew etkisi” (üst düzey bilim insanlarının başarılarının fazla vurgulanması) kavramının bir sonucudur.Tarih boyunca birçok örnekle karşımıza çıkar. Örneğin, Rosalind Franklin’in DNA’nın çift sarmal yapısını keşfetmedeki katkıları, James Watson ve Francis Crick’in çalışmaları arasında gölgede kalmıştır. Benzer şekilde, Lise Meitner’in nükleer fisyon üzerindeki çalışmalarının büyük bir kısmı Otto Hahn’a atfedilmiştir. Yine genetikçi Nettie Stevens cinsiyetin kromozomal doğasını keşfeden isimlerden biri olmasına rağmen, 1905 yılındaki bu keşif daha çok Edwin B. Wilson’a mal edilmiştir. Marie Curie’nin radyasyon üzerine yaptığı öncü çalışmalar bilim tarihinde öne çıksa da Harvard Gözlemevi’nde “Harvard Bilgisayarları” olarak bilinen ve yıldızların kataloglanması gibi hayati bilimsel işlere imza atan kadın grubu, erkek gökbilimciler tarafından gölgede bırakılmıştır. Benzer şekilde, Ada Lovelace’ın matematiksel dehası, erkek meslektaşlarının daha fazla takdir edilmesiyle gölgelenmiştir. Jocelyn Bell Burnell radyo pulsarlarını keşfeden ilk kişi olmasına rağmen, bu çalışması onun danışmanına Nobel Ödülü kazandırmış ve kendisi ödülden dışlanmıştır. Bu örnekler, bilimsel alanda kadınların katkılarının sıklıkla görmezden gelindiğini veya başarıların erkek meslektaşlarına atfedildiğini çarpıcı bir şekilde ortaya koymaktadır
Bir araştırmada (Knobloch-Westerwick et al., 2013), erkek yazarların makalelerinin özellikle erkeklere özgü olduğu düşünülen konularda (örneğin siyaset iletişimi veya teknoloji gibi) kadın yazarlara kıyasla daha yüksek bilimsel kaliteye sahip olarak değerlendirildiği tespit edilmiştir. Araştırma sonuçları, erkek-odaklı konularda çalışan erkek yazarların en yüksek puanları aldığını, buna karşılık kadın yazarların yalnızca kadın-odaklı konularda değil, nötr ve erkek-odaklı konularda da daha düşük kalite algısı ile değerlendirildiğini göstermektedir.
Şekil 1. Cinsiyete Göre Araştırma Konuları ve Bilimsel Kalite Değerlendirmesi
Grafik incelendiğinde, X ekseninde araştırma konularının cinsiyet tipi (erkek-odaklı, kadın-odaklı, nötr), Y ekseninde ise algılanan bilimsel kalite puanları yer almakta olup, erkek yazarların erkek-odaklı konularda açık bir avantaj sağladığı, kadın yazarların ise her kategoride dezavantajlı durumda olduğu görülmektedir. Bu bulgular, cinsiyet önyargısının akademik değerlendirmelerde nasıl etkili olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. (Şekil 1)
Bu gibi çarpıcı rakamların yer aldığı bir durumda, sonucun bu noktaya varmasına sebep olan belli başlı hipotezler getirilmiştir. Bunlara sırasıyla şu şekildedir[2] :
Hipotez 1 : Erkek yazarların daha kaliteli olarak algılanması: Çalışmada, erkek yazarların bilimsel katkılarının kadın yazarlara kıyasla daha yüksek bilimsel kaliteyle ilişkilendirildiği öne sürülmektedir. Bunun, toplumdaki geleneksel cinsiyet rollerinin akademik değerlendirme süreçlerine yansıması olabileceği düşünülmektedir.
Hipotez 2: Erkek yazarlarla çalışmaya daha açık olunması: Erkek yazarların, akademik iş birliği veya ortak çalışma için kadın yazarlara kıyasla daha cazip görüldüğü hipotez edilmiştir. Bu durum, kadınların akademik çevrelerde daha az görünür olmasına yol açabilecek bir etki yaratabilir.
Hipotez 3: Araştırma konusunun etkisi: Erkek veya kadın yazarların bilimsel kalitelerinin değerlendirilmesinin, çalıştıkları araştırma konusuyla bağlantılı olarak değişebileceği belirtilmektedir. Örneğin, teknoloji gibi “erkeklere özgü” olduğu düşünülen konular, erkek yazarların lehine sonuçlar doğurabilir.
Hipotez 4 : Geleneksel cinsiyet rolleri algısının etkisi: Geleneksel cinsiyet rolleri konusunda daha tutucu görüşlere sahip kişilerin, erkek yazarları daha kaliteli olarak değerlendirme veya onlarla iş birliğine daha yatkın olma eğiliminde oldukları öne sürülmüştür. Bu tutum, özellikle erkeklere özgü olduğu düşünülen alanlarda daha belirgin hale gelmektedir.
Bu hipotezler yalnızca bireylerin bilinçli kararlarından değil, toplumun cinsiyet rolleri hakkındaki köklü önyargılarından da kaynaklanan sistematik bir eşitsizliği vurgulamaktadır. Bu nedenle, cinsiyet eşitliğini sağlamak için hem akademik dünyada hem de toplum genelinde daha bilinçli bir değerlendirme sistemi oluşturulması gerekmektedir[3]. Küçük bir önyargı bile yıllar içinde kadınların akademik alanda ciddi bir şekilde eksik temsil edilmesine neden olabilir.
Sanayi Devrimi’nden günümüze kadar, bilim tarihindeki cinsiyet eşitsizlikleri, yalnızca bireysel önyargılardan değil, aynı zamanda toplumsal, ekonomik ve tarihsel koşullardan beslenen derin bir yapıdan kaynaklanmıştır. Sanayi Devrimi, bilimin kurumsallaştığı bir dönem olarak modern bilim için bir dönüm noktası olmuştur. Ancak bu süreç, büyük ölçüde erkek egemen bir toplumsal yapının içinde şekillenmiştir. Üniversiteler ve endüstriyel laboratuvarlar gibi bilimsel çalışmaların yürütüldüğü kurumlar, kadınların eğitim ve iş gücüne katılımının sınırlı olduğu alanlardı. Toplumsal normlar kadınları ev içi rollerle sınırlandırmış, bilimsel kariyer yapmak yalnızca kimi ayrıcalıklı kadınlara tanınan bir fırsat haline gelmiştir. Bu eşitsizlikler, savaş dönemlerinde farklı bir boyut kazanmıştır. Örneğin II. Dünya Savaşı’nda kadınlar laboratuvarlarda ve fabrikalarda önemli roller üstlenmiştir. Bu dönemde kadınlar radar teknolojisi, kimyasal analizler ve mühimmat üretimi gibi kritik bilimsel ve teknik çalışmalarda yer almıştır. Ancak bu katkılar, savaşın bitimiyle genellikle görmezden gelinmiş veya geçici bir çözüm olarak değerlendirilmiştir. Savaş sonrası erkeklerin bilimsel kurumlara dönüşüyle, kadınların kazandığı roller yeniden geri plana itilmiştir. Kadınların bilimdeki başarıları genellikle bireysel yeteneklerine mal edilmiş ve sistematik ayrımcılık tartışmalarından koparılarak ele alınmıştır.
Edward C. Pickering ve “Harvard Bilgisayarları”, Mayıs 1913.
Kaynak : American Museum of Nature History
Bilimde Kadınların Yeri ve Eşitlik İçin Atılacak Adımlar
Kadınlar, bilim dünyasında hem tarihsel hem de günümüzde çeşitli engellerle karşılaşmış, ancak azim ve dirençleri sayesinde bu engelleri aşarak katkılarını ortaya koymuşlardır. Ancak eşitlik adına hâlâ alınması gereken uzun bir yol bulunmaktadır. Toplumun cinsiyet rolleri, eğitim eşitsizlikleri ve iş dünyasındaki önyargılar, kadınların bilime erişimini kısıtlayan faktörler arasında yer alıyor. UNESCO verilerine göre, dünya çapında yaklaşık 130 milyon kız çocuğu hâlâ eğitimden mahrumdur ve bu durum kadınların bilimdeki temsilini daha başlangıç aşamasında sınırlamaktadır. Eğitim, bilimde eşitliği sağlamanın temel taşlarından biridir ve genç kızların STEM (bilim, teknoloji, mühendislik ve matematik) alanlarında teşvik edilmesi uzun vadede bu temsiliyetin artmasını sağlayacaktır.
Eşitlik için yapılması gerekenler konusunda Nature’ın Dünya Kadınlar Günü Anketi[4] önemli bir ışık tutmaktadır. Ankete göre, bilim dünyasında cinsiyet eşitliğini sağlamak için sadece mevcut sorunları tespit etmek yeterli değil, aynı zamanda bu sorunların kökenine inmek ve çözüm odaklı bir yaklaşım benimsemek gerekmektedir. Bu bağlamda, genç yaşlardan itibaren çocuklara bilimin cinsiyetsiz bir alan olduğu fikrini aşılamak büyük önem taşımaktadır. Bu yaklaşım, hem kız hem de erkek çocukların STEM alanlarına eşit düzeyde ilgi duymasını sağlayabilir ve ileride bu alanlarda daha kapsayıcı bir temsilin oluşmasına zemin hazırlayabilir.
Kadınların bilimdeki katkılarının görünür kılınması için medya ve sosyal platformlar daha aktif bir rol üstlenmelidir. Kadın bilim insanlarının başarıları yalnızca bireysel hikayeler olarak değil, bilimsel topluluğun ortak başarısı olarak tanıtılmalıdır. Örneğin, kadın bilim insanlarını öne çıkaran dijital arşivler ve tematik günler, onların bilimdeki etkisini topluma daha iyi anlatabilir. Ayrıca, cinsiyet temelli ücret farkının ortadan kaldırılması eşitliği sağlamada uygulanabilir adımlar olabilir. Bu konuda hakkında oluşturulan bir proje bulunmaktadır. istiyorum.[5]
Sonuç olarak kadınların bilimdeki katkıları tarih boyunca göz ardı edilse de bugün bu dinamikleri değiştirmek için kararlı bir mücadele gereklidir. Eğitimden ücret politikalarına, liderlik rollerinden toplumsal algılara kadar birçok alanda yapılacak reformlar, daha eşitlikçi ve kapsayıcı bir bilim dünyası yaratma yolunda atılmış önemli adımlar olacaktır. Bu dönüşüm sadece kadınlar için değil, bilimin bütünsel ilerlemesi ve toplumun genel refahı için de kritik bir öneme sahiptir.
KAYNAKÇA
[1] Rossiter, Margaret W (1993). The Matthew Matilda Effect in Science, Social Studies of Science, Vol. 23, No. 2, sf. 325-341
[2] Knobloch-Westerwick, S., Glynn, C. J., and Huge, M., The Matilda Effect in Science Communication, Science Communication, February 6, 2013.
[3] Ayrıca 2024 Şubat ayında UNESCO tarafından yayımlanmış kadın araştırmacı oranlarına da göz atabilirsiniz.
[4] Sanderson, Katharine (2023). “How to Make the Workplace Fairer for Female Researchers.” Nature, Haziran.
[5] https://council.science/publications/gender-gap-in-science/
Görsel: Slidesgo